14 Eylül 2016 Çarşamba

NELER YAPSAK?


Gitmek fikri ile kafam meşgul. Hem de çok uzun zamandır. Hatta hep zihnimin bir kenarında var bu fikir.
Bir memur ailesi olarak ilçe ilçe dolaştıktan sonra Ankara’ya göçmüştük çok eskiden. Daha öncekiler gibi değildi bu göçüş. İşe otobüsle gidilen yerdi benim için şehir. Yürüyerek kıra çıkılmayan yerdi. Burada “Hangi ilkokula gidiyorsun?” diye bir soru vardı. Kimse kimseyi tanımadığından daha rahat yaramazlık yapabiliyorduk. Marketler, alışveriş merkezleri yoktu henüz ama her şeyi yürüme mesafesi bir yerlerden de alamıyorduk. Böyle birkaç şeydi fark edebildiğim. Şehir denilen şeyle tanışmıştım.
Dünyada başkaca örneklerini bulabileceğiniz bir taktik ile Şehir gerçek yüzünü saklamış meğer. Ortaokulda terör; seksenlerin başında, sonradan kurtulduğumuzu sandığımız hava kirliliği ile de tanıştık. Şehre gelişimizden dört yıl sonra apartman hayatı ve kaloriferle tanıştık. Hayatımıza farkına bile varmadan pek çok şey girdi, pek çok şey de terk edip gitti bizleri. Park yeri problemi ve trafikle tanıştık. Hatta üç yıllık kapı karşı komşumla, çocuğu okula kaydettirirken tanıştık. Her terk edilen şey ve her tanışma beni de çevremi de değiştirmişti. Herkesin bildiği daha pek çok şeyle de tanıştık. Çokça anlatmaya gerek yok bilinenleri.
Göçmek üç ayrı fasıldan oluşuyor zihnimde. Terk edilen yerle ilgili kısım, göçme fiilinin kendisi ve ulaşılan mekân faslı.
Terk edilen yer için İstanbul diyorum. Ortadirek bir aile reisinin İstanbul’u. (Şu konuyu geçeyim diyorum ama kinimden dolayı bir türlü geçemiyorum. Yine önüme çıkıyor. Ama görmemezlikten geleceğim.)
Göçme işi dediğim de benim açımdan çok anlatılır bir şey sayılmaz. Aslında öncesi ve sonrası ile girift ilişkiler içinde bir mefhum. Bu yazıyı yazarken önemli olan şu soru:

Gidince ne yapacağız?

Bir şeyler yapmamız lazım ki, göçmemiz daha bir manalı olsun. Cümleyi özellikle böyle kurdum. Tek başına terk-i diyar eylemek dahi manalıdır kanaatimce. Ama bu gösterilen tavrı bir takım maddî ve manevî faaliyetlerle de desteklemek gerek. Maddi faaliyet denince de ilk akla gelenlerden biri gıdalanmak.
Pek obur bir adam değilim diyerek lafa başlayacağım ama üç haneli kilolarla pek ikna edici olmam herhalde. En iyisi açık yüreklilikle söylemek. Lezzetli bir şey yediğimde, hele de eski güzel günleri hatırlatan bir lezzetse, pek mutlu oluyorum. Adeta arkeolojik bir kazı yapar gibi insanlığın kadîm medeniyetini aradığım hicretimde bu lezzetleri de aramaya çalışacağım. Ve arkada bırakacağım şeylere inat ekonomik değeri olmasa da bir şeyler üreteceğim. 
Bir liste yapmıştım. Aklıma geldikçe ilaveler yapıyorum listeme. Şimdi baktım 132 kalem üretimi yapılacak şey var listemde. Yanlarında üretebilir miyim, ürettim mi, gibi suallerin cevabı ile ürünüme verdiğim not var. İşte listem.

SIRA
ÜRÜN
ÜRETEBİLİR MİYİM?
YAPTIM MI?
BAŞARI NOTU (0…10)
1
Keçi-Koyun sütü
Evet


2
Yoğurt
Evet
Evet
8
3
Beyaz peynir
Evet
Evet
8
4
Kaşar
Evet


5
Tulum peyniri
Evet


6
Çökelek
Evet


7
Tereyağı
Evet
Evet
10
8
Tavuk eti
Evet


9
Ördek eti
Evet


10
Kaz eti
Evet


11
Hindi eti
Evet


12
Yumurta
Evet


13
Keçi eti
Evet


14
Koyun eti
Evet


15
Sucuk
Evet


16
Pastırma
Evet


17
Sosis



18
Kavurma
Evet
Evet
7
19
Bal
Evet
Evet
6
20
Polen
Evet
Evet
10
21
Bal mumu
Evet
Evet
10
22
Yapağı
Evet


23
Elma
Evet


24
Elma pekmezi
Evet


25
Elma kurusu
Evet


26
Armut
Evet


27
Ayva
Evet


28
Ayva reçeli
Evet


29
Kiraz
Evet


30
Vişne reçeli
Evet


31
Vişne
Evet


32
Nar
Evet


33
Nar ekşisi
Evet


34
Cennet hurması
Evet


35
Korogaki
Evet


36
Zeytin
Evet
Evet
6
37
Frenk üzümü
Evet


38
Üzüm
Evet


39
Kuru üzüm
Evet


40
Pekmez
Evet


41
Yaprak
Evet


42
Ceviz
Evet


43
Badem
Evet


44
Ihlamur
Evet
Evet
10
45
Erik
Evet


46
Erik kurusu
Evet


47
Erik pestili
Evet


48
Dut
Evet


49
Dut kurusu
Evet


50
Dut pestili
Evet


51
Dut pekmezi
Evet


52
Cevizli sucuk
Evet


53
Böğürtlen
Evet


54
İğde
Evet


55
Şeftali
Evet


56
Kayısı
Evet


57
Kayısı kurusu
Evet
Evet
5
58
Nane
Evet
Evet
8
59
Kuru nane
Evet
Evet
10
60
Kekik
Evet


61
Reyhan
Evet


62
Biberiye
Evet
Evet
10
63
Ispanak
Evet


64
Pırasa
Evet


65
Karnabahar
Evet


66
Lahana
Evet


67
Bamya
Evet
Evet
3
68
Kuru bamya
Evet


69
Bakla
Evet
Evet
8
70
Bezelye
Evet
Evet
3
71
Fasulye
Evet
Evet
3
72
Börülce
Evet


73
Barbunya
Evet


74
Nohut
Evet
Evet
7
75
Mısır
Evet
Evet
6
76
Ayçiçeği
Evet
Evet
4
77
Domates
Evet
Evet
5
78
Biber
Evet
Evet
10
79
Pul biber
Evet


80
Patlıcan
Evet
Evet
8
81
Patlıcan kurusu
Evet


82
Tere
Evet
Evet
8
83
Maydonoz
Evet
Evet
9
84
Marul
Evet


85
Kuzu kulağı
Evet
Evet
6
86
Havuç
Evet
Evet
5
87
Turp
Evet
Evet
5
88
Kereviz
Evet


89
Patates
Evet
Evet
6
90
Tatlı patates
Evet


91
Soğan
Evet
Evet
9
92
Kuru soğan
Evet
Evet
9
93
Sarımsak
Evet
Evet
10
94
Salça
Evet


95
Tarhana
Evet


96
Keş
Evet


97
Erişte
Evet


98
Hıyar
Evet
Evet
8
99
Acur
Evet
Evet
8
100
Kabak
Evet
Evet
9
101
Dikenli kabak
Evet


102
Bal kabağı
Evet


103
Kabak çekirdeği
Evet


104
Sirke
Evet
Evet
2
105
Turşu
Evet
Evet
8
106
Yer elması
Evet


107
Fındık
Evet


108
Karpuz
Evet
Evet
6
109
Kavun
Evet


110
Buğday
Evet
Evet
7
111
Siyez buğdayı
Evet
Evet
8
112
Bulgur
Evet
Evet
6
113
Düğü
Evet


114
Beyaz un
Evet


115
Tam buğday unu
Evet


116
Arpa
Evet


117
Yonca
Evet


118
Yulaf
Evet


119
Yeşil mercimek
Evet


120
Kırmızı mercimek
Evet


121
Güvercin
Evet
Evet
5
122
Bıldırcın
Evet


123
Bıldırcın yumurtası
Evet


124
Susam
Evet
Evet
8
125
Tahin
Evet


126
Tahin helvası



127
Kestane
Evet


128
Çörekotu
Evet
OK
10
129
Kuşburnu
Evet


130
Kuşburnu marmelatı
Evet


131
Ekşi maya
Evet
OK
8
132
Ekmek
Evet
OK
7

İmkân buldukça bu listedekileri üretmeye çalışmıştım. Bir kısmı da Hayalbâğ’a kaldı.

“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.”  

1 Eylül 2016 Perşembe

NEREYE GİTSEK?

Beş senedir bu soru ile yaşıyordum. Bolu-Mudurnu, Bursa-Keles, Bilecik-Osmaneli, Sakarya-Taraklı, sırasıyla gözdem oldular. Kısa süreli bakındığım pek çok ilçeyi saymıyorum bile.
Bu ilçelerin köylerini, köylerin etnik yapısını, adetlerini, arazi fiyatlarını, iklimlerini daha akla gelmedik pek çok özelliklerini inceledim. Sonradan fark ettim ki: Bakındığım yerlerin hemen hepsinin halkı Manav. Yani yerleşik hayata erken dönemlerde geçmiş Türk. “Yörüğün yörümeyenine Manav derler.” diye kendilerini tanıtıyorlar. Kendimi pek milliyetçi biri olarak görmesem de kan çekiyor galiba.
Aslında, bir Manav köyüne ateşli silahla girmenin yasak olması, bir diğerinde avcılığın yasak olması, genelde dindar olmaları ve manavlar hakkında söylenen “Ne faydaları olur, ne de zararları.” deyişiydi bana cazip gelen şeyler. “Ne faydaları olur, ne de zararları.” sözü bunların arasında beni bir Manav köyüne doğru çeken en mühim şey oldu.
İklim olarak kara iklimini seviyordum. Sahil şehirlerindeki gibi ıslak yazlara tahammülüm yoktu. Kış aylarında kardan biraz bıkmalı, sonra baharın tadını hissetmeliydim taa yüreğimde. Ama bulunduğum yer yeşil olmalıydı, ormanları olmalıydı dolaşacağım. Hafif eğimli olursa daha manzaralı bir verandam olabilirdi. Bir köye yakın olsun istiyordum, lakin gözlerden ırak olmalıydım. Etrafımda beni de olumsuz etkileyebilecek bitki ve hayvan fabrikaları değil, ahırlar, kümesler ve tarlalar ile bahçeler olsun istiyordum. En az beş dönüm olsun istiyordum. Mümkünse “modern tarım” yapılmamış bir yer olmalıydı.
Bu kriterleri haiz bir yer bulmak için çok vakit harcadım. Zaman zaman tavizler de verdim ararken. Hatta düşünüyorum da, bir ara kriter mıriter kalmamış, bir toprak parçası olsun da ne olursa olsun diye düşünür olmuşum. Allahtan böyle dönemlerde bir yer alıvermemişim.
Ne diyordum bütün bu arama taramalar sırasında iyice Taraklı’ya odaklanmıştım. Köy köy dolaşmış, defalarca yer bakmaya gitmiş, hatta bu gidiş gelişlerde neredeyse bir çevre edinmeye bile başlamıştım. Taraklıda değil diye elediğim satılık ilanları bile oluyordu. İki dönüm yere razı olup, atlayıp arabaya arsa bakmaya gittiğimde oldu. Nafile.

Kısmetten öteye yol gitmezmiş. Bir baktım ki Göynük-Bozcaarmut’ta bir tarladayım. Ve kendimi yavaş yavaş buraya ait hissediyorum. Nereye mi?İşte buraya! 
Doğudan batıya doğru bakınca sırasıyla aşağıdaki beş fotoğraftaki manzarayı gördüğüm yere.






İçinde kuzey geçen yönlerin bir cazibesi yoktu. Fotoğraf bile çekmemiştim. Bu kadar yön bana yeterdi zaten.

Bir de minik tepeciğin ardına gizlenmiş şu bölüm vardı. 


Bana her an biraz daha sıcak ve sevimli gelen bu yeri işte böyle bulmuştum. Burada kök salacak burada yeşerecektim.


30 Ağustos 2016 Salı

ŞAFAK

Şafak saymak askerlikle özdeşleşmiş ve bana çok da sıcak gelmeyen bir fiil. Benim de şafak saymak gibi bir niyetim yoktu zaten. Önceleri emekliliğe 4-5 yıl var diye düşünür, soranlara yuvarlanmış, tahmini cevaplar verirdim. Sonra bir 1 Temmuz günü, "Tam 4  yıl kaldı." dediğimi hatırlıyorum. Tam kelimesi hesabı biraz daha net yapmama neden oldu. 48 ay kalmıştı. Artık ayları sayıyordum. Sonra 40 ay, 15 gün; 39 ay 7 gün falan derken Excelde bir tablo hazırlayıp gün gün takip etmeye döndü benim iş.

912, 911, 910 ….

Çevremdekilere de bir eğlence oldu benim şafak işi.

“Saymakla bitmez.” diyenlere, “Sayılı gün çabuk geçer.” demekten yorulmadım. Benim yerime sabırsızlananların aksine, amacıma yavaş yavaş yaklaşmanın tadını çıkardım. Hatta zevk aldım.
Dört yıl önce emekli olsam Hayalbağ’a şimdiki kadar hazır olmazdım. Ayrıkotu olmak için ayrılmak gerekliydi, yavaş yavaş. Ayrıkotu olmak için daha kavî olmak; hayata daha bir bağlanmak; elde ettiğiniz güç ile hayatı önemsememek; geçen günlerin değerini bilmek, ilmek ilmek örmek gerekti Hayalbağı.
Görünüşe göre bu güne kadar tüm seyahatlerime istediğim gibi hazırlanamadığım gibi bu yola da istediğim gibi hazırlanamayacaktım. Ama bu hiç hazırlanamadım demek te değil tabii ki.

Zaten hayat da işte böyle bir şeydi. Hiçbir şeyin tam olmadığı, her şeyin kalan kısmını aradığımız bir zaman dilimi.

26 Ağustos 2016 Cuma

BİR EXCEL SAYFASI

İlk mesajdan bu yana üç yıl geçmiş. Hikâyemizin görece kalıcı olması için bir kaç cümle ile hulâsa etmek ihtiyacı hissediyorum.

Serde mühendislik var ya, önce bir excel sayfası oluşturdum. İlk sekme "Ana harcama kalemleri" diye isimlendi. Sonra sırasıyla "Birikim planı", "Gelir-gider", "Araç-gereç", "Üretim listesi", "Şafak" isimli sekmeler oluştu.

Nedir bu paradan çektiğimiz!

Hayâllerimizi kurarken bile para hesabı yapıyoruz. Para işlerinden çok insanın anladığı kadar anlamam. Bu yüzden ilk dört sayfayla ilgili bir şey anlatmayayım. İsimleri fikir veriyor zaten. O sayfalar bana ne bir zevk, ne de ilham veriyor. Sadece amacıma ulaşmak için imkân veriyor.

İlk dört sekmeden şu sonuca varıyordum: Dört yıl sonra gerçekleştireceğim emekliliğime kadar gayet tasarruflu davranırsam, emekli ikramiyemi de bu işe harcarsam, Hayâlbağı oluşturacak maddi imkânım oluyordu.


Üretim listem üzerindeki çalışmalarım ve şafak sayarken geçireceğim safhalar ise Ayrıkotu olmak yolunda beni destekleyecekti.








NEDEN AYRIK OTU ÇİFTLİĞİ?





Ayrık otu çiftliği de nereden çıktı derseniz, şöyle anlatayım. Hayalbağ için dağarcığıma birşeyler devşirmeye çalıştığım bir gün telefonum çaldı. Arayan eşimdi. Değerli hayat arkadaşım heyecanla bir solukta şu satırları okudu:

"Mütevahhid, yalnız adam, toplumun geneli gibi yaşamayan aykırı ve sıra dışı kişidir. İbn Bâcce bu tür insanlar için nevabıt “ayrık otu” kavramını kullanır. Fârâbî’de bu kavram olumsuz içerik taşımaktaydı. İbn Bâcce ise erdemsiz toplumda erdemli yaşamaya çalışan insan anlamında olumlu kullanır. Bu tür kimseler için şöyle der: “onlar garîbdirler, çünkü: kendi vatanlarında, akranlarıyla ve komşularıyla beraber olsalar bile, fikirleriyle onlara yabancıdırlar. Bu fikirleriyle kendileri için vatan olacak başka bilgi ve idrak mertebelerine yükselerek zihinsel bir göç gerçekleştirmişlerdir”.

Halkın süs ile gösterişe battığı, insanların aşırı dünyevileştiği cahil bir toplumda yalnız insan mütevahhidin bilinçli bir tavırla o topluma yabancılaşması, kendi mutluluğu açısından zorunludur. Yalnız insan, maddî heveslere, gelip geçici zevklere dalmış bir toplumda akli ve manevî yetkinliği hedefleyen insandır. Yalnız insan hedeflerine yönelik adım attıkça toplumundan ayrışır ve süreç içinde de dışlanır. Hakikat peşinde koşan bu insan için yalnızlık zorunlu bir kaderdir. Ayrıca yalnızlık bu kişinin mutluluğa ulaşması için alması gereken bir tedbirdir. Nasıl ki insan sağlıklıyken sıhhatini korumak, sıhhatini kaybetmesi halindeyse tıp sanatını kullanarak yeniden kazanmak durumundaysa, mutluluğu kazanmak için tedbîri uygulamak veya kendinde mutluluğa erişmesini engelleyen arazlar varsa onları izale etmek durumundadır. Nasıl insan sağlıklı durumunu korumak için korunma tedbirleri almak durumundaysa, aynı şekilde erdemli ve mutlu olan mütevahhidin de bu durumunu korumak için üzerine düşen fiilleri yapması gerekir. Bu yüzden korunma bedenlerin tıbbı diye isimlendirilirken, mütevahhidin eylemleri de “Tıbbu'n-nufûs” (rûhânî tıp) diye isimlendirilir.

İbn Bâcce bu yalnızlık halini sürekli bir hal olarak görmez. Bu durum zorunlu bir geçiş dönemidir. İleride oluşacak erdemli toplum da ancak yetkinleşmiş insanlarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle yetkinleşmiş yalnız insanlar erdemli toplumun nüveleridir. Yalnız insan bencilce sadece kendi yetkinliğini hedeflememektedir. Aksine gelecekteki erdemli yönetimi mümkün kılacak metafiziksel ve diğer teorik bilgileri edinmektedir. İbn Bâcce’ye göre bu teorik yetkinlikler ve bilgiler olmaksızın erdemli toplum imkânsızdır.


Yalnız insan bu amaçla hicret bile edebilir."




Yalnız insan bu amaçla hicret bile edebilir!

Hayâlbağ...

Ayrık otu...

Hicret...

Bir taş daha koymuştum ilk taşımın üstüne.



Basite, sadeye, kolaya diye niyetlendiğim seyahatime felsefe mi bulaşıyordu ne? Bir çelişki daha mı giriyordu hayatıma?