8 Nisan 2018 Pazar


Çadırda akşam.


Kayınvalidemin gittikçe daha çok bakıma muhtaç hale gelmesi sebebiyle,  Hayalbağ seferlerini hep yalnız gerçekleştiriyorum. Çocukların da okulları, kursları, ödevleri var haliyle.

Haliyle yalnız kalıyorum. Çadırda yalnız gecelemek beni ilk seferlerde biraz ürkütse de, her geçen gün alışmaya başladım.

Can yoldaşı olmayınca, yemek yemek, çay içmek türü işler keyif olmaktan çıkıp, hızlı hızlı ifâ edilmesi gereken birer vazifeye dönüşüyor. Canı sıkılmaya başlıyor insanın.

Aslında gündüz hemen hiç aralıksız bahçeyle uğraştığımdan çok yorgun oluyorum. Ama bu can sıkıntısı, bir şeylerle uğraşmaya itiyor beni. Yakacak odun hazırlamak, sebzelere dayanak olacak sopalar hazırlamak, türü işlerin yanı sıra kırılan dökülenin yerine bir şeyler yapmak da farklı kas gruplarını çalıştırdığından, tüm günün yorgunluğuna rağmen dinlendirici olabiliyor.




Kırılan demlik kapağının yerine, bir çam dalından kapak yaptığım gün “Ahşap işleme hevesimi bu yaştan sonra marangoz çıraklığı yaparak pişiremeyeceğime göre, ağaçları işleyerek tanımam gerek. Boşa geçen zamanlarda bu tür şeylerle uğraşayım.” dedim kendi kendime.

Kesilmesi ve biçimlendirmesi oldukça güç olan ayva ağacından başladım.



Uygun bir dal kesilir.


Kabaca temizlenir.


Bütün gece törpülenir.


Fide dikim çukuru hazırlama aletimiz hazır.

Ağabeyimin bahçesinde kırmızı plastikten bir fide dikim çukuru hazırlama aleti vardı. Kızımla ben buna “kırmızı şeyi verir misin? Kırmızı şeyle yap vs.” diye diye adı “kırmızı şeye” çıkmıştı. Ahşap renginde olsa da biz buna kırmızı şey demeye devam ederiz sanırım.



9 Şubat 2018 Cuma


Eeey patatesler! Panik yok!



Bir süredir köstebekler yer altını oyduklarından çok, kafamda faaliyet gösteriyorlar. “Ne oranda bir zarar verirler? “ sualini kafamda cevaplayamamak beni yoruyor. İnternet o kadar farklı malumatla dolu ki, zaten karışık olan aklımdaki bilgiler her an biraz daha bulanıyor.

Kimi çok faydalı diyor, kimine göre en büyük zararlı. Kimi etçildir, yeraltındaki böcekleri vs. yer bitki köklerine zarar vermez diyor, kimi de soğan, patatesi unut, hepsini halleder diyor. Fidan köklerini yer diyen de var.

Ülkemde vahşi hayvanlarla ilgili hurafeleri, batıl inançları düşünerek teselli buluyorum. Kara kedi önünden geçerse mır mır mır, baykuş öterse vıdı vıdı vıdı, kıskaç böceği kulağa kaçarsa şöyle böyle, vs. vs. söylentilerindeki gibi köstebeği de suçluyorlardır diye teselli buluyorum. Bu tip şeylerin gün gelip işime yarayacağını söyleseler inanmazdım.

Bir de fark ettim ki köstebeğin aklımı böyle meşgul etmesinin asıl sebebi görülmemesi. Tarla farelerini, böcekleri, kuşları, keçileri gördüğüm için onlar beni bu kadar ürkütmüyor. Üniversite yıllarımda arkadaşlarla gecenin geç vakitlerine kadar muhabbet eder, sabaha karşı eve dönerdim. Köpek seslerinden çok korkardım. Uzaklardaki bir havlamayla beraber tüylerim diken diken olurdu da, Adapazarı’nın daracık sokaklarında karşıdan kalabalık bir köpek sürüsü gelse, kendimi onlara karşı daha güçlü hisseder ve o denli korkmazdım. İşte öyle bir şey.

Sonuçta ufak tefek tedbirler almaktan bir zarar gelmez diye düşünerek, şu şişe gömme işini uyguladım.



Bulduğumuz bir köstebek tümseğini (Sanki aramak gerekiyor.) aşağıdaki gibi kazıp tünel ağzını meydana çıkardım.




Tünel ağzını kapatacak şekilde bir şişeyi, ağzı açık vaziyette yerleştirdim.




Şişeyi zarar görmeyecek şekilde gömdüm. Her ne kadar Hayalbağ’ın rüzgarları genelde çok hafif esse de, yine de bir uğultu çıkaracaktır.

Bostan olarak kullanacağım yerlere bu şekilde 4-5 şişe gömerek, köstebeksiz bir bölge oluşturmaya çalışacağım.

Umulur ki bu düzenekler, köstebekler tarafından Pan’ın flütü gibi değil, haykırışı gibi algılanır da bahçenin hayvanâta ayrılan bölümüne çekilirler.





10 Ocak 2018 Çarşamba

Erişte işini de hallettik.



Nişanyan Efendi etimolojik sözlüğünde kelime için ” Fa. rişta رشته ip, iplik, şerit “ diyor. (Kendisine, sözlüğünü her kullandığımda yaptığım gibi gıyabında teşekkür ediyorum.)

Acaba erişteyi mi farslardan aldık, ismini mi?

Her ne ise çok da mühim değil. İyi ki varsın erişte.

Önemli olan, şu an kültürümüzdeki varlığını sürdüren, ama çok da kalıcı gibi durmayan bu lezzeti yaşatmak.

Çok kişi eriştenin kaybolduğu falan yok diyebilir. Ama kültürel bir unsur olan erişte, iki aşamada kaybolacakmış gibi hissediyorum.

Günümüzde, erişte yapılırken ki organizasyonların kaybolmaya yüz tuttuğu kesin. Eskiden konu komşu toplanıp muhabbet edilerek kesilen eriştelere, yeni nesiller âşinâ değil artık. Hâlâ kaldıysa, kayın vâlideler, anneler, anneannelerden falan geliyor erişteler. Yâhut ailelerine ek gelir elde etmek isteyen hanımlardan. Makina üretimi olanları da marketlerden alınıyor. Bence bu şekilde eriştenin kaybolup gitmesi işten bile değil.

Bloğun başlarında bir üretim listem vardı ya, işte bu üretim listem hâlâ canlılığını muhâfaza ediyor. Kâh, uzuyor kâh kısalıyor.

Listede hayata geçenlerin sayısı da artmakta. Geçenlerde de erişte yaparak 135 kalemlik listeden 62. sini de hayata geçirmiş oldum. Henüz yarıyı bulamadık.



Gelelim yapılış hikâyesine:

Yaklaşık 1,5 kg. un. (1/4 ü tam buğday unu)

8 adet gezen tavuk yumurtası.

Göz kararı süt.

Tuz.

Biraz sertçe bir hamur yapıp 15 dakika kadar yoğurduk. 1,5-2 saat kadar dinlendirip 5 dakika daha yoğurduk. Ufak parçalara ayırıp açmaya başladık. İlk hamur açma deneyimi olduğundan komik durumlara düştük. İrili ufaklı, eğri büğrü açtığımız hamurları, yarım saat kadar kurutup, kestik.




Sonra kurumaya bıraktık. “Bu mevsimde nasıl kurutacaksınız.” diyenlere, “Gerekirse saç kurutma makinası kullanırız.” dedik.






Evi batırdık, çok yorulduk. Ürünümüzü tartınca eriştenin geçen çağlara karşı zafer kazanacağına işaret olacak bir sonuçla karşılaştık. 






Lezzetini ve pişmiş halini paylaşmayacağım.

Her şeyi çoğul yazdım. Çünkü tüm bunları 8. sınıfa giden kızımla yaptık. Çok keyif aldık çook!

Erişte yapan insan sayısının iki kişi fazlalaşmasıyla teselli bulduğum bu mesajı, ununu, yumurtasını ve sütünü kendim üreteceğim günlere ulaşmak temennisiyle bitireyim.

Erişteli günler.


.