BİR KAÇ İŞİ DAHA HALLETTİK.
Bir Bolu seferi daha yapmam gerekecek. Bu sefer
öncelikle bina yapım izni evrakını ve projeleri Bolu İl Özel İdaresi’nden
alacağım. Elektrik için SEDAŞ’a başvuracağım. Ve Göynük’te bir müteahhit ile
görüşeceğim.
Bunlar işin sıkıcı tarafları. Hoş tarafı, Göynük’te
meskûn bir marangoz köylüm var. Ona hazırlattığım 5*5*150 ebatlarındaki
kazıkları ve İstanbul’dan satın aldığım kümes telini kullanarak fidancıklarımı
koruma altına almak.
Eveet. İşlerim dolayısı ile yola biraz geç çıkıp
akşama doğru Hayalbağ’a ulaştım. Şöyle bir dolaşıp çadıra yerleştim. Son derece
ilkel, bir o kadar da keyifli bir gece geçirdim. Niyetlendiğim üzere, sabah gün
ışırken yola çıktım.
Bolu’ya giderken Mudurnu, Abant, Yolçatı güzergâhını
kullanmayı seviyorum. Dönüşte Abant’a uğramayıp alışılagelmiş Bolu-Göynük
yolunu kullanıyorum. Böylelikle aynı yolu kullanmanın verdiği tekdüzeliği
bertaraf etmiş oluyorum. Her iki güzergâhta da Mudurnu–Göynük arası aynı
derseniz, bu yolda ben hiç sıkılmıyorum. Çünkü muhteşem sonbahar manzaraları
var. Hatta mümkün olduğunca yavaş gidip içime sindirmeye çalışıyorum hazan
mevsimini.
Hazır yollarda geçen bu yazıyı yazarken birkaç şey
araya sıkıştırayım.
İstanbul’da başıma gelen ve ucuz atlattığım bir
otostopçu alma olayından beri, arabama kimseyi almıyordum. Bolu Göynük gidip
gelmelerimde bu sevimsiz kararımı da rafa kaldırdım. Önüme geleni alıp
gidiyorum. Bu beni çok mutlu ediyor.
Taşıdığım kişiler ise bir başka âlem. Büyük şehir
şartlarında asla karşılaşamayacağınız temiz, saf, fakir Anadolu köylüleri. Eğer
kulakları işitiyor, konuşmayı da seviyorlarsa kısa sorularla, uzun uzun
konuşturmaya çalışıyorum. Çoğu, hakkında bir roman yazılası sıradan
insancıklar. Bizim insanlarımız.
Neyse…
Doğruca Bolu merkeze gittim. İl Özel İdare’de işim
on dakikada bitti. Çıkınca hemen projelerin ozalitini çektirdim. Sonra SEDAŞ
yetki belgeli bir mühendislik bürosuyla anlaştım.
Önce, Büro’nun hazırladığı müracaat formu, yapı izin
belgem, aplikasyon projesi, SEDAŞ onaylı elektrik projesi, tapu ve nüfus kâğıdı
fotokopileriyle beraber enerji müsaadesi
müracaatı yapmak gerekiyormuş.
“Hadi yapalım!“ dedim.
“Olmaaaz!” dediler.
Neymiş. Mudurnu’da SEDAŞ Müşteri hizmetleri varmış.
Oraya gidilecekmiş.
“Hadi öyle olsun.” Dedim. Saate baktım. Baya
oyalanmışım. Bugün yetiştiremeyeceğime kanaat getirip, köyüme döndüm.
Ertesi gün, yine sabahın ilk ışıklarıyla Mudurnu
yollarına düştüm. Mudurnu’da işim birkaç dakikada bitiverdi. İnsanın “Biraz
uğraştırın da yola değsin!” diyesi geliyor.
Mudurnu’dan önce Göynük’e geçip, marangozdan
kazıklarımı aldım. Kazıkları 160-170 cm diye düşünüp sonradan 150 cm de karar
kılmıştım. İyi ki öyle yapmışım. Aksi takdirde arabaya sığması mümkün değilmiş.
Kazıklar ile beraber köye ulaştım.
Tam işe başladım ki yağmur çiselemeye başladı.
Aklıma Hayalbağ’ı ilk aldığımızda, olur olmaz zamanda, sesimi koyuverip “Beni
köyümün yağmurlarında yıkasınlar.” diye nida edişlerim geldi. Sesimi çıkarmadan
çalıştım. Ama her işin acemiliği var. İlk gün iş hiç üremedi.
Ertesi gün birkaç metot denedikten sonra hızlandım
ve hedeflediğim kısmın işini bitirdim.
Sonra alelacele hazırlanıp, Göynük’te müteahhit ile
buluştum. Projeler hakkında konuştuk ve teklif için bir süre isteğini de kabul
ederek İstanbul’a döndüm.