31 Ekim 2017 Salı

BİR KAÇ İŞİ DAHA HALLETTİK.

Bir Bolu seferi daha yapmam gerekecek. Bu sefer öncelikle bina yapım izni evrakını ve projeleri Bolu İl Özel İdaresi’nden alacağım. Elektrik için SEDAŞ’a başvuracağım. Ve Göynük’te bir müteahhit ile görüşeceğim.

Bunlar işin sıkıcı tarafları. Hoş tarafı, Göynük’te meskûn bir marangoz köylüm var. Ona hazırlattığım 5*5*150 ebatlarındaki kazıkları ve İstanbul’dan satın aldığım kümes telini kullanarak fidancıklarımı koruma altına almak.

Eveet. İşlerim dolayısı ile yola biraz geç çıkıp akşama doğru Hayalbağ’a ulaştım. Şöyle bir dolaşıp çadıra yerleştim. Son derece ilkel, bir o kadar da keyifli bir gece geçirdim. Niyetlendiğim üzere, sabah gün ışırken yola çıktım.

Bolu’ya giderken Mudurnu, Abant, Yolçatı güzergâhını kullanmayı seviyorum. Dönüşte Abant’a uğramayıp alışılagelmiş Bolu-Göynük yolunu kullanıyorum. Böylelikle aynı yolu kullanmanın verdiği tekdüzeliği bertaraf etmiş oluyorum. Her iki güzergâhta da Mudurnu–Göynük arası aynı derseniz, bu yolda ben hiç sıkılmıyorum. Çünkü muhteşem sonbahar manzaraları var. Hatta mümkün olduğunca yavaş gidip içime sindirmeye çalışıyorum hazan mevsimini.

Hazır yollarda geçen bu yazıyı yazarken birkaç şey araya sıkıştırayım.

İstanbul’da başıma gelen ve ucuz atlattığım bir otostopçu alma olayından beri, arabama kimseyi almıyordum. Bolu Göynük gidip gelmelerimde bu sevimsiz kararımı da rafa kaldırdım. Önüme geleni alıp gidiyorum. Bu beni çok mutlu ediyor.

Taşıdığım kişiler ise bir başka âlem. Büyük şehir şartlarında asla karşılaşamayacağınız temiz, saf, fakir Anadolu köylüleri. Eğer kulakları işitiyor, konuşmayı da seviyorlarsa kısa sorularla, uzun uzun konuşturmaya çalışıyorum. Çoğu, hakkında bir roman yazılası sıradan insancıklar. Bizim insanlarımız.

Neyse…

Doğruca Bolu merkeze gittim. İl Özel İdare’de işim on dakikada bitti. Çıkınca hemen projelerin ozalitini çektirdim. Sonra SEDAŞ yetki belgeli bir mühendislik bürosuyla anlaştım.

Önce, Büro’nun hazırladığı müracaat formu, yapı izin belgem, aplikasyon projesi, SEDAŞ onaylı elektrik projesi, tapu ve nüfus kâğıdı fotokopileriyle beraber enerji müsaadesi müracaatı yapmak gerekiyormuş.

“Hadi yapalım!“ dedim.

“Olmaaaz!” dediler.

Neymiş. Mudurnu’da SEDAŞ Müşteri hizmetleri varmış. Oraya gidilecekmiş.

“Hadi öyle olsun.” Dedim. Saate baktım. Baya oyalanmışım. Bugün yetiştiremeyeceğime kanaat getirip, köyüme döndüm.

Ertesi gün, yine sabahın ilk ışıklarıyla Mudurnu yollarına düştüm. Mudurnu’da işim birkaç dakikada bitiverdi. İnsanın “Biraz uğraştırın da yola değsin!” diyesi geliyor.

Mudurnu’dan önce Göynük’e geçip, marangozdan kazıklarımı aldım. Kazıkları 160-170 cm diye düşünüp sonradan 150 cm de karar kılmıştım. İyi ki öyle yapmışım. Aksi takdirde arabaya sığması mümkün değilmiş.

Kazıklar ile beraber köye ulaştım.

Tam işe başladım ki yağmur çiselemeye başladı. Aklıma Hayalbağ’ı ilk aldığımızda, olur olmaz zamanda, sesimi koyuverip “Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar.” diye nida edişlerim geldi. Sesimi çıkarmadan çalıştım. Ama her işin acemiliği var. İlk gün iş hiç üremedi.

Ertesi gün birkaç metot denedikten sonra hızlandım ve hedeflediğim kısmın işini bitirdim.




Sonra alelacele hazırlanıp, Göynük’te müteahhit ile buluştum. Projeler hakkında konuştuk ve teklif için bir süre isteğini de kabul ederek İstanbul’a döndüm.



22 Ekim 2017 Pazar

BİNA İZİNLERİ (2)

Daha önce büyükşehir olmayan illerde köylerde yapı iznini İl Özel İdarelerinin verdiğini ve bu izin için 12 adet evrak hazırlandıktan sonra bina izin başvurusunun yapılabileceğini yazmıştım.

Birkaç kişinin tavsiyesi üzerine bu işleri İlçe merkezinde bu tür işlere aracılık yapan birine yaptırmaya karar verdim.

Binamız, genişçe betonarme bir bodrum kat ve üstüne prefabrik tek katlı bir evden ibaret olacaktı. Prefabrikçiden bir proje aldık (Fakat İl Özel İdare’si bunu mimarın betonarmeymiş gibi yeniden çizmesini istiyormuş.), bodrum kat için de kendim bir şeyler hazırladım. Bunları aracı kişiye gönderdim.

Bekledim, bekledim, bekledim.

Aracı kişi yok mimar çiziyor, elektrik mühendisi kaldı, atıksu için ilave istediler, İdaredeki mimar rapor almış vs. diye bizi iki ay kadar oyaladı.

Sonra eksikleri benim tamamlayacağımı söyleyerek, ben görmeden projeleri İl Özel İdaresine de vermiş. Eksikleri tamamlarken projeleri hazırlayan teknik kadroyu tek tek internetten iletişim numaralarını bularak aramak zorunda kaldım. Çizilen projeler falan da yalan yanlış oldu. Birçok şey içime sinmedi. Üç defa Bolu’ya gittim. Sonuçta tamamladım ama sıkıntılı oldu.

Öncesi sonrasıyla bu gidişlerim sanırım altı-yedi olacak.

Şu an tüm evraklar Bolu İl Özel İdaresi’nde. Tetkik ve imzalar sonrası 3-4 gün içinde izni bana verecekler.

İşe İngiliz gibi başlamak gerekiyormuş. Damdan düşen olarak şu tavsiyelerde bulunabilirim:

1. Kendi işinizi kendiniz yapın. Küçük şehirlerde kurumlardaki insanlar çok ilgililer.

2. Aracıların kalitesi proje üretenlerden yüksek değil.

3. Proje üretenlere ulaşınca birçok şey daha kolay çözümleniyor.


4. Proje çizdireceğiniz mimarlık ve mühendislik büroları izin alacağınız ilin merkezinde olsun.

9 Ekim 2017 Pazartesi

NE KADAR HAKLISIN OĞULCUĞUM!

Geçenlerde yine Hayalbağ’a gittik. Bu sefer sadece ortanca yavrum Ömer vardı yanımda. Kaldığımız süre zarfında bir şeyler yaptık ama bu seyahatte kayda değer şey, yapılanlar değildi.
Dönüş yolunda sohbet ederek ilerlerken, serçe ebatlarında bir kuşa çarptık. Zavallı hemen ölüverdi. Bu ölüm Ömer’i çok üzmüştü. Bir süre konuşmadı.
Ben bu tip şeylerin sık sık olduğunu; tabiatta 80-100 km hızla giden binlerce nesne olmaması gerektiği; eğer olursa bu tip ölümlerin kaçınılmaz olduğunu anlatıyordum ki, şöyle dedi.
“Baba ben kuşa üzüldüm. Ama şimdi, neden kuşa üzüldüğüm kadar cama, arabanın önüne yapışarak ölen onlarca sineğe, kelebeğe üzülmediğimi düşünüyordum. Hâlbuki hepsi birer canlı ve hayatlarını kaybediyorlar. Sadece bedenleri küçük olduğu için onlara üzülmemek ne kadar çelişkili.” dedi.


İNTİKAM


        Malumunuz olduğu üzere diktiğimiz asma fidanlarının tamamı köyün hayvanlarınca yenmişti. Bu konuda baş zanlı keçiler olduğu için gidip bir bakalım, “Ne menem bir şeymiş bu caniler?” diye yola çıktık.

        Bağımızın 300 m kadar yukarısında keçi besleyen komşumuzun kapısına dayandık. O da bizi ağıla götürdü. Suçlular daha gün ağarırken dağa çıkmıştı adet olduğu üzere. Ama çoluk çocuğu ağılda bırakmışlardı.


        Ama bu halep melezi küçük yaratıklar bize öyle şeyler yaptılar ki, çaresiz yumuşadık, pamuk gibi olduk. Ceket, pantolon, parmak, dirsek velhasıl sivrice ne buldularsa cop, cop emdiler.


        Sonuç alamadık. Affettik.